Bu farkları anlamadan Türkiye lojistiğinin neden sürekli “kriz yöneterek” ilerlediğini, Avrupa lojistiğinin ise neden “strateji konuştuğunu” açıklamak zor.
1. Kurumsallık ve Ölçek: Aile Şirketi mi, Endüstriyel Organizasyon mu?
Avrupa’daki lojistik firmalarının büyük bölümü:
Kurumsal yapıya sahip
Profesyonel yöneticiler tarafından yönetiliyor
Sahiplik ile yönetim net biçimde ayrılmış durumda
Türkiye’de ise sektör hâlâ büyük ölçüde:
Aile şirketleri
Tek karar vericili
Operasyon odaklı, stratejiye mesafeli
Bu durum, Avrupa’da şirketlerin 10–15 yıllık yatırım planları yapabilmesini sağlarken; Türkiye’de firmalar çoğu zaman 3 ay sonrasını bile öngörmekte zorlanıyor.
2. Sermaye Yapısı ve Finansmana Erişim
Avrupa lojistik şirketleri:
Sermaye piyasalarıyla iç içe
Banka kredisi dışında leasing, fon, tahvil, yeşil finansman gibi araçları aktif kullanıyor
Yatırım yaparken “geri dönüş süresi” hesabı yapıyor
Türkiye’de ise:
Finansman büyük ölçüde krediye bağımlı
Kur dalgalanması ve faiz riski şirketlerin stratejik kararlarını kilitliyor
Yatırım çoğu zaman “zorunluluktan” yapılıyor
Sonuç: Avrupa firması teknolojiye yatırım yapar, Türk firması ayakta kalmaya yatırım yapar.
3. Dijitalleşme: Sistem mi, İnsan mı?
Avrupa’da lojistik:
ERP, TMS, dijital takip, veri analitiğiyle yönetiliyor
Karar alma süreçleri veriye dayanıyor
İnsan, sistemin bir parçası
Türkiye’de ise:
Hâlâ “usta şoför”, “tecrübeli operasyoncu” merkezli yapı baskın
Dijitalleşme çoğu zaman gösteriş düzeyinde
Sistemler var ama kararlar insan refleksiyle alınıyor
Bu fark, kriz anlarında çok net ortaya çıkıyor:
Avrupa firması senaryolarla, Türk firması sezgiyle hareket ediyor.
4. Regülasyon Kültürü: Uyum mu, Mücadele mi?
Avrupa’da regülasyon:
Oyunun değişmez bir parçası
Şirketler kurallara göre iş modeli kuruyor
Yeşil mutabakat, emisyon, dijital takograf gibi başlıklar fırsat alanı olarak görülüyor
Türkiye’de ise:
Regülasyonlar çoğu zaman engel olarak algılanıyor
Sektör refleksi: “Nasıl aşarız?”
Uyum maliyet değil, “yük” olarak görülüyor
Bu yaklaşım farkı, özellikle yeşil lojistik ve sürdürülebilirlik alanında Türkiye’yi dezavantajlı konuma itiyor.
5. İnsan Kaynağı ve Meslek Kültürü
Avrupa’da lojistik:
Üniversite–sektör ilişkisi güçlü
Lojistik bir kariyer mesleği
Orta ve üst kademe yöneticiler sistematik olarak yetiştiriliyor
Türkiye’de ise:
Lojistik hâlâ “sahadan gelenlerin yükseldiği” bir alan
Eğitim ile sektör arasında kopukluk var
Beyin gücü yerine saha dayanıklılığı öne çıkıyor
Bu da inovasyonu sınırlıyor.
Sonuç: Aynı Parkur, Farklı Hazırlık
Avrupa ve Türkiye lojistik firmaları aynı parkurda koşuyor, ancak biri maraton koşucusu, diğeri engelli koşu sporcusu gibi.
Türkiye lojistiği:
Esnek
Hızlı
Krizlere dayanıklı
Avrupa lojistiği:
Planlı
Sermaye güçlü
Geleceğe hazırlıklı
Asıl soru şu:
Türkiye lojistiği bu çevikliği kurumsallıkla birleştirebilecek mi?
Eğer bunu başarabilirse, sadece Avrupa ile yarışmaz; oyunun kurallarını da yeniden yazar.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
|||||
|
|
|||||||
![]() Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |





