Telefonun ucunda heyecanlı bir ses, “ağabey, Trump ile Erdoğan görüştü, hemen yayına bağlanır mısın?” diye sordu. “Biraz bekle, Beyaz Saray ve Ankara’dan ilk açıklamalar gelsin!” dedim. Biraz sonra ilk açıklamalar geldi, her iki tarafta birbirlerini teyit edercesine görüşmelerin çok olumlu geçtiğini, Türkiye ile ABD arasında çok iyi bir dönemin eşiğinde olduğumuzu belirtiyordu. Ancak ABD’nin açıklamalarında sürece gölge düşürecek meşhur rahip Brunson nüansı vardı. Bu nüans üzerine canlı yayına bağlanmaktan vaz geçtim. Diğer ifadesi ile Trump idaresinin verdiği mesaj “akıllı ol, sözümü dinle, yoksa seni mahvederim!” noktasına kadar işi getiriyordu. Peki şeni dönemin şifreleri ne? Diğer ifadesi ile Trump’ın ilk 100 gününün dış politika karnesi nasıl okunmalı ve bu karneye göre Türkiye’den istenenler ne? Bir bakış açısına göre bölgemizi ilgilendiren iki büyük sorun için Trump sınıfta kaldı. İktidara gelir gelmez Rusya – Ukrayna savaşını bitirme vaadi ortada kaldı. Bir müddet önce ABD – Rusya aynı cephede mi olacak sorusu, son gelişmelerin ışığında şimdilik hayır cevabını beraberinde getirdi. Trump Zelensky anlaşması ile, amiyane tabiri ile ABD Ukrayna’nın nadir madenlerine çöktü, buna karşılık Ukrayna’ya ihtiyacı olan silahları vermeye devam edeceğini açıkladı. Anlayacağımız savaş bitmeyecek. Rusya’da İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği 9 Mayıs zafer günü vesilesiyle düzenlediği askeri yürüyüşe Çin ve Vietnam ordularını da davet ederek ABD’ye karşı mesajını vermiş oldu. Trump’ın telefonunda Türkiye’den istenen barışa katkı nasıl olacak? Bilemiyoruz, ancak her halükarda Moskova ile ilişkilerimizde bir gerileme hissedilecek gibi. Trump’ın ikinci dış politika kırık notu ise kaçınılmaz olarak İsrail – Hamas barışını sağlayamamak olarak kayıtlara geçti. İsrail ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesini beklemeden Filistin’i vurmaya devam ediyor ve Filistin’in münhasır ekonomik bölgesinde bulunan enerji kaynaklarını ele geçirene kadar da durma niyeti yok imajını veriyor. İsrail’in bu noktadaki baş destekçisi de ABD olmaya devam ediyor. Gelelim Suriye’ye. Bizim tezimiz olan Suriye’nin toprak bütünlüğü giderek devreden çıkıyor gibi. İsrail Dürzileri korumak bahanesiyle Suriye’ye yaptığı saldırıların dozunu artırıyor, hatta Türkiye ile çatışmayı göze alıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Suriye’yi kendi mandası altında yöneten Fransa tekrar bölgeye gelme niyetini gizlemiyor, bizim için çok daha önemlisi, Fırat’ın doğusunda ademi merkezi yönetimi sözel olarak da ifade edin ve Suriye için federatif bir yapı arzu eden Kürt oluşumu giderek daha fazla vücut bulma arayışında. Peki bizdeki kalıcı barış projesi bu koşullarda ne olacak? Bulmacanın en önemli ayağı bu olsa gerek. İster istemez rahip Brunson’ın hayaleti bi noktada da karşımıza çıkıyor. Peki bu iş Suriye’yi hale yola sokmakla sınırlı mı kalacak? Yoksa giderek İran’a doğru yol mu alacak? Bu koşullarda bizim rolümüz ne olacak? Bilemiyoruz, sadece senaryolar korkutuyor. ABD ile ilişkilerimiz üst düzeyde iyileşeceğine göre Halkbank kabusu sona erecek mi? CAATSA yaptırımlarından kurtulacak mıyız? F35 projesine hiç olmazsa satın almacı olarak geri dönebilecek miyiz? ABD ve İsrail için uslu çocuk olursak neden olmasın? Ya yaramaz çocuk olursak? Bütün bu soruları sorarken biraz daha doğumuzda Hindistan’ın Pakistan’a saldırdığı haberlerini alıyoruz. Bu çatışma bize kadar uzanır mı? Uzun yıllardır müttefiki olarak yanında yer aldığımız Pakistan bizi yeni maceralarla karşı karşıya getirir mi? Bilemiyoruz. Umudumuz bir an önce bu çatışmanın bitmesi. Gelelim iç politikada yeniden alevlenen “Kanal İstanbul” meselesine. Yapılabilir mi? En azından şimdilik maddi imkan gözükmüyor. İmamoğlu’nun diplomasının elinden alınması ve tutuklanması ile devam eden süreç, kuru baskı altında tutmak için Merkez Bankası rezervlerinden 50 milyar dolar mertebesinde eksilmeye yol açtı. Kanal İstanbul’un ilk aşamadaki tahmini maliyeti de 50 milyar dolar. Hani Arap ülkelerinde verilen reklamlar ile bu parayı toplamak, yabancı yatırımcıyı cezbetmek pek olası gözükmüyor. Bu kadar siyasi ve ekonomik belirsizliklerin ön plana çıktığı ülkemize yabancı yatırımcıyı çekmek hemen hemen imkansız. Peki jeostratejik açıdan düşünürsek. Kanal İstanbul’a karşı çıkan özellikle emekli subayların temel endişesi, Türkiye’nin bölgedeki anahtar korunma kalkanı olan Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ortadan kalkması endişesiydi. Sözleşme esas itibarı ile Çanakkale Boğazından başlayarak Marmara denizini ve İstanbul Boğazını kapsıyor. Kanal Sözleşmeye halel getirmez diye düşünebilirsiniz. İyi de Sözleşmenin öngörmediği yeni bir geçiş yolu açılınca, Karadeniz’de hakimiyet kurma arzusunu saklamayan ABD ya da Akdeniz’e açılma arzusunu hiç aklından çıkarmamış olan Rusya “koşulların değiştiği!” iddiası ile Montreux’nün yeniden ele alınması girişimlerinde bulunmaz mı? Projeden en fazla yararlanmak isteyen, alacağı tavizler karşılığında finansman imkanı yaratmaz mı? Bulmaca giderek daha da karmaşık hale gelecek, iç politikaya yansımaları ile birlikte izlemeye devam edeceğiz. |
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
|
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
|
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
|
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
|
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
![]() |
||||||||||||
![]() |