AB ülkelerinde traktörleri ile sokaklara dökülen, siyasetçilerin evlerine gübre saldırısı yapan çiftçiler ilgimizin geçen haftaki odak noktalarından bir tanesiydi. Artan enerji maliyetleri, Ukrayna’ya destek amaçlı ucuz tahılla rekabet edememek, kısaca gelecekte bu mesleği sürdürememek endişeleri böylesine büyük bir kalkışmaya yol açtı. Tabi bizde de Konya’da küçük bir çiftçi isyanı oldu ama AB’de olan bitenlerin yanında solda sıfır hanesine geçti.
Peki AB hikayesine dönüp, “sorun yeni mi?” sorusuna cevap aramak istersek.
Bir an için bugünü unutup, 1950’li yılların ikinci yarısında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kuruluşunda yapılan tartışmaları anlamak gerekiyor. Dönemin Fransa devlet başkanı Charles de Gaulle, özellikle AET kurucu antlaşmasında yer alan gümrük birliğinin, daha emekleme döneminde olan Fransız sanayisinin Alman sanayisi ile rekabet edememesine yol açacağını gerekçe olarak göstererek itirazlarını ortaya koyuyordu. De Gaulle’ü ikna edebilmek için geliştirilen formül, Fransız çiftçisinin Alman sanayicisi tarafından finanse edilmesini sağlayacak, üçüncü ülkelere karşı yüksek korumalı, kendi içinde de yüksek sübvansiyonlu ve satın alma garantili bir ortak tarım politikasının (OTP) oluşturulmasıydı. Öylesine ki ilk yıllarda AET bütçesinin yaklaşık yüzde 75’i bu politikanın finansmanı için kullanıldı.
Sonraki yıllarda, özellikle Topluluğa daha sonra katılan İngiltere’nin itirazlarına bağlı olarak bu oran düşse de hala tarım günümüz AB bütçesinden yüksek oranda finanse edilmekte.
Simdiki adıyla AB’nin izlediği bu OTP yıllar içinde süt göllerinin, tereyağı dağlarının oluşmasına neden olurken, tarımdan başka geliri olmayan geri kalmış ülkelerin daha da fakirleşmesine yol açıyor, “siz üretmeyin, biz size hibe verelim!”, bu sayede stok maliyetlerinden kurtulalım mantığının doğmasına da yol açıyordu.
Bu görünüm altında çok ufak bir toprak sahibi bile olsa, AB çiftçisi çok müreffeh bir hayat sürebiliyor ve AB oluşumunun siyasi olarak en büyük destekçileri arasında yer alıyordu.
Çeşitli itirazlarla OTP’de ne zaman bir reform yapılmaya çalışılsa, bugün gördüğümüze yakın çiftçi ayaklanmaları ortaya çıkıyor (Avrupa Komisyonu’nun çalışma binası olan Berlaymont’un Tarım Genel Müdürlüğü katına asansörle inek çıkarıldığı bile vakidir), üye devletlerin tarım bakanları soruna neşter vurmaktan kaçınıyorlardı.
Peki bugün gelinen noktada OTP mevcut haliyle sürdürülebilir mi?
Bir yandan Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaşını desteklemek üzere AB bütçesinden ciddi finansal kaynak transferleri yapılırken, öte yandan kendi güvenlik harcamalarını İkinci Dünya Savaşından bu yana hiç görülmemiş kadar zirveye taşıyan başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkeleri ortadayken ve nihayet enerji maliyetleri bu kadar artarken, sorumuza verilecek cevap “sürdürülemez” şeklinde.
Peki sürdürülemez, diğer ifadesi ile AB’li çiftçiler tatmin edilemez ise bunun siyasi sonuçları ne olur? Daha açık ifadesi ile aşırı sağ rüzgarların estiği Avrupa siyasetinde, tatmin edilmeyen çiftçiler AB destekçileğinden AB karşıtlığına geçerlerse, AB’nin geleceği ne olur?
AB çiftçilerine acıyor muyum? Kesinlikle hayır. Ben başta gıda harcamalarıma, kendi çiftçime acıyor, doğru dürüst bir tarım politikasını yürütemeyen yönetim modelimize fazlasıyla kızıyorum.
Söz bize gelince, önce F16 ve yenileme kitleri hayırlı olsur. Bakalım F35 programına geri dönüşümüz sağlanacak mı? Türkiye’nin zaten çıkmadığı Batı kampına geri dönmesinin sonuçları ne olacak? Türkiye ziyaretini belirsiz bir süre erteleyen Putin’in Rusyası ile ilişkilerimizin geleceğinde hangi nüanslar etkili olacak? Önümüzdeki dönemde cevap arayacağımız genel soru işaretleri bu çerçevede yer alıyor.
31 Mart seçimleri mi? Ekonominin geleceği mi?
Hiçbir fikrim yok, peki ya sizin?