![]() |
Sevgili dostum Murat Epruyan’ın gönderisini sabah okuyarak güne baÅŸladım. Pek tanımadığım ama finans piyasaları ve merkez bankaları uzmanı olan bir makro ekonomist Michel Santi yazdığı bir köÅŸe yazısında, Türkiye’yi “Dünya’nın hasta adamı” olarak nitelendirmiÅŸ. Türkiye’de olup bitenleri İmamoÄŸlu’nun diplomasının iptalinden baÅŸlayarak geliÅŸen süreci özetledikten sonra, siyasetin ekonomiyi nasıl tahrip ettiÄŸine örnek olarak ülkemizi göstermiÅŸ. Temel soru ÅŸu: “koltukta kalmak mı önemli, halkın refahı mı?” Bu satırları okurken, yeni dalga operasyonların yapıldığını, eÄŸer aksi bir yürütmeyi durdurma kararı çıkmaz ise muhalif özellikleri ile tanınan iki televizyon kanalının 10 gün süreyle karartılacağını izliyoruz. Esas itibarı ile tutuklanan, içeri alınan siyasi kiÅŸilerin, gazetecilerin, protestocu gençlerin, iÅŸ insanlarının, sanatçıların toplum nezdinde itibarını zedelemeye yönelik giriÅŸimlerin kimin itibarını zedelediÄŸini ve Türk halkına hangi faturaları çıkarttığını sorgulamamız gerekmiyor mu? Karartılan kanalların 10 gün sonraki izlenirliklerinin rekor üstüne rekor artışa ulaÅŸacağını öngörmek çok mu zor? Evet, ülkemizin bir an önce normalleÅŸmesi, akıl ve bilimin gösterdiÄŸi çizgiye dönmesi gerekiyor. Hukukun güvenilir hale geri dönmesi sadece gerçek hukukçuların deÄŸil, hepimizin en büyük arzusu. Hukuka olan güven ortadan kalktığı ölçüde ne yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelir ne de Türkiye’deki üretici iÅŸine devam edebilir. Geçen hafta sonu katıldığımız bir toplantıda, Bursa’da tekstil alanında üretim yapan bir iÅŸ insanı ile sohbet ederken üstteki kavganın iÅŸ dünyasına nasıl yansıdığını anlama ÅŸansımız oldu. “İş yerimde 400 kiÅŸiyi istihdam ediyorum. Bu fiyatlarla benim dünya ile rekabet etme ÅŸansım yok. Dövize olan baskı, özellikle enerji fiyatlarındaki artış beni daralmaya yani 400 kiÅŸiden belki 100 kiÅŸiye inmeye zorlayacak. Türkiye’den yurt dışına iÅŸimi taşımanın da baÅŸka sorunları ve maliyetleri var. Belki en iyisi emekliye ayrılıp keyfime bakmak!” Evet, bahsettiÄŸimiz iÅŸ insanı belki emekliye ayrılıp keyfine bakacak bakmasına da istihdam ettiÄŸi 400 kiÅŸi ve aileleri ne yapacak? DoÄŸal olarak Devletin bütün kurumlarına ve verilerine karşı olan güvensizlik giderek bir öz güven sorununa da yol açıyor. 2000 krizi sırasında yayınlanan bir kamuoyu anketi tekrarlansa acaba aynı sonuçlarla karşılaşır mıyız? diye düÅŸünmeden edemedim. Anketin yanlış hatırlamıyorsam 10 uncu maddesinde “milletvekillerinin yolsuzluÄŸu bulaÅŸtığına inanıyor musunuz?” sorusu soruluyor, ankete katılanların yüzde 95’i “evet” cevabını veriyordu. 110 uncu soruya gelindiÄŸinde, “kızınızı milletvekiline verir misiniz?” sorusuna verilen cevap da yine yüzde 95 “evet” ÅŸeklindeydi. Bir yoruma göre halkımız yolsuzluÄŸa karşı deÄŸil, yolsuzluktan pay alamamaya karşıydı. Bir diÄŸer yorum ise ekonomi bozulduÄŸu oranda ahlak erozyonunun ortaya çıkması, esas itibarı ile kaybedilen öz güvenin ahlaki olmayan yollara bizleri itmesiydi. İtibar meselesine geri dönersek… Kendi meÅŸruiyetini veto oyuncularının itibarsızlaÅŸtırılmasında arayan iktidarımız, ne yazık ki toplumdaki ve dünyadaki inandırıcılığını hızla kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Yeni bir çıkış hikayesi bulmakta zorlanıyor. Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir hikaye bulmaktan geçiyor. Peki bu hikayeyi kim yazacak? Bizler mi? Yoksa kapımıza dayanan dış güçler mi? Uluslararası çizilen senaryoya karşı tarihin yazdığı en büyük veto oyuncusu hiç kuÅŸkusuz Mustafa Kemal Atatürk’tü. Aynı basireti gösterebilecek miyiz? Yoksa Fransız makro ekonomistin köÅŸe yazısının baÅŸlığında ima ettiÄŸi doÄŸrultuda “Dünya’nın hasta adamı” olarak başımıza geleceklere tevekkülle boyun mu eÄŸeceÄŸiz? Enseyi karartmayalım demeyi hala çok istiyorum. Kalın saÄŸlıcakla…